6 Ocak 2015 Salı

Orman

Karlı bir orman gibi, kayıpmışım gibi, ölesiye sessizlik gibi...

Saatler bu zamanı vurunca, amaçsızca boşluğu izlemeye başlıyorum. Bir kitap alıyorum ve anlamadan okuyorum cümleleri. Henüz sayfanın ortalarında başka bir aleme dalmış oluyorum.  Hep tekrarlayan bir döngü halini aldı bu hal birkaç yıldır.



Geçmişe gidiyorum en çok, çocukluğum, ilk gençliğim.

Mevsim hep kış, içimde hep bir özlem.
Gözümde uzayıp giden, bir okul yolu. Bomboş arazi, içim boşluk ve aldandığım, güzel olacak sandığım her şey boşluk.

Sınav dönemlerinin sonlarında koridorlar boşluk ve çoğu kez sadece ben varım, ilk kez dinlediğim o türkü, "Evvelim sen oldun, ahirim sendin." Ne çok ağlamıştım. Gerçi, çikolata reklamlarında bile ağlayabilen bir ben düşündüğünüzde, çok ağlamış sayılmazdım. Çünkü ben her an ağlayabilen gözlere sahiptim.

Ne çok yazmıştım. Kağıtlara, yerlere, kaldırımlara, ağaçlara, dağlara, taşlara... tamam ileri gittim, kağıtlar ve okul koridorları sadece.



Ve ne çok saklamıştım atılası her ayrıntıyı. Evet yaktığım doğrudur, ateşe verdiğim, küle çevirdiğim ama yine de saklamaktan hiç vazgeçmediğim. Unutayım diye yerini, türlü akıl oyunları çevirdiğim bir mezar. İnsan gömdüklerini kolay unutur mu?  Olmadı!

Ben yapamadım. Yalnızlığımı hiç unutmadım.

Gizlice okuduğum mektupları kıskandım. Sahibi kadife kahvesi gözlerdi. Ben de ortak olmuştum. O zamandan sonra, boşuna olduğunu bile bile bekledim.

Öyle çok bekledim ki, yıllar geçirdim.

Farz edin ki bir orman içinde kaybolduğum, dizlerime kadar battığım kar içinde olduğum. Hep bir ikindi sevdasındayım, bir ikindi vakti kendimi yitirdiğim.

Hayır, sensizlik olamaz. Hep sessizlikti benim bildiğim. Sadece sessizlik bu işittiğim.

Ben bu sessizlikte, ben bu sensizlikte, bu karda , bu ormanda, ben bu vakitte ölecek miydim?

Yaktıklarımdan mamul bir üşümeydi hissettiğim...








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder