Hayat bu ya, büyük bir uçağa
biniyoruz yüzlerce insanla birlikte. Aynı yere farklı sebeplerden dolayı
gidiyoruz. Önümüzde bilmediğimiz ve deli gibi merak ettiğimiz bir yol var. Yol uzun,
yol uzak, yolun sonunda yanında ne götürüyorsan oraya çıkar derler. Ben içimde
endişe, korku ve yine çocukluğumu götürüyorum.
Yaşımı soranlara 36 diyorum ama resmî
bir kurum yazışmasında yaşımı 35 görünce seviniyorum çünkü yaşlandığımda en çok
spor ayakkabılarımı giyememekten ve fotoğraf çekememekten korkuyorum. Bir de o
kadar yaşayamamak endişesi.
Yol alırken, yola giderken geride
bıraktıklarına dair korkuları oluyor insanın. Hayatın bir ritmi olduğunu
kabullenemiyor. Hayat onun varlığı ile anlamlı sanıyor ama yanılıyor. Benim gibi.
Hayallerimi doldurduğum listeye baktığımda hepsinin başında keşkeler durduğunu
görüyorum. Keşkelerim, ayrılmaz parçalarım benim.
Kararlarıma,
Dertlerime,
Anneliğime,
Mutluluğuma,
Öyle çoklar ki …
Dertlerime,
Anneliğime,
Mutluluğuma,
Öyle çoklar ki …
Bir keşkeler imparatorluğunun
kraliçesiyim sanki. Onlardan bir ordu kurmuşum, önceleri her şey yolunda
giderken bir isyan sonucu onların esiri olmuşum.
Öyle çok şeyin esiriyim ki aslında,
bunu yeni yeni kabulleniyorum.
Biriktirdiklerim,
Bir akşam otururken, yıllar evvel
henüz keşkeler isyan etmemişken. “Bir ev istemişim”. Milyonlarca farklı resmi
varmış kafamda. Ben o belirsiz hayal için,
mutluluklarımı saklamayı tercih etmişim. En sevdiğim havlularımı,
gördükçe yüzümü gülümseten eşyalarımı, belki en yüzüme bakılacak en güzel
yaşımda bakmadığım aynamı…
Yıllar geçince bir akşam yine
hala o hayale ulaşamadığımı fark ettiğimde, bir gün ölürsem bir başkası benim
hayalime kavuşsa bile benim mutlu olabileceğim kadar mutlu olmayacak dedim
kendime. Benim kıymet verip büyüttüğüm o hayal kimse için bir değer
taşımayacaktı. Anladım ve ağladım bunu anlatırken kendime. Zorlandım, kendimle
büyük bir kavga yaşadım. Çünkü son zamanlarda hep olmak istediğim yer, o bahçe.
Kavuşulması imkânsız bir şekilde uzaklaşıyordu ellerimden. Sessizlik, sadece
biraz sessizlikti istediğim. Kendimle barışabilecek kadar, küçük Handegül’ün
gülümsemesine dokunabilecek kadar sessizlik. Bir bayram sabahı dayımların evine
koştuğum yoldaki kadar sessizlik.
Uzun ve uzak bir yola gittim
geçtiğimiz günlerde. Büyük bir uçağa bindim yüzlerce insanla. Masallarda
isimlerini okuduğum şehirlerin üzerinden geçtik. İsfahan mesela. Bir yaz akşamı
okuduğum bir kitapta yazıyordu ismi. Uzaklaştıkça kalbimden Zeyneb’in kalbine
bağladığım ilmek çözülüyordu, çözülüyordum. Yüzleri toprağa bakan insanları
görmeye gidiyordum. Topraksızlığın, geride bıraktıklarının hüznü ile
gözlerimize bakmayan, gülmeyen, istemeyi bir kenara bırakmış insanlar…
Denizlerin üzerinden geçiyorduk,
okyanusa kıyısı olan bir ülkeye gidiyorduk. Ertesi sabah uyandığımda karşımda
sisler yavaşça dağıldı ve okyanusu gördüm. Hayal meyal ve sessiz. Kimse yoktu
benden başka onu gören sanki.
Yaşımı soranlara şimdi ne derim
bilmiyorum.
Yol uzun, yol uzak, yolun sonunda
yanında ne götürüyorsan oraya çıkar derler, cebimde neyim var bilmiyorum.
Götürdüklerim
değil, yoluma çıkanları kabullenmeyi diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder